Yaklaşık dört sene önce yaptığımız Doğu seyahatinde dikkatimi çeken ve değeri yeterince bilinememiş bir efsane: Kasımiye Medresesi. On iki saatlik bir yolculuğun sonunda sabahın ilk ışıklarıyla Mezopotamya ovalarını seyrederken ve medresenin açılış vaktini beklerken yanımıza gelen yerli halktan –medresenin görevlisi olduğunu sonradan öğreneceğimiz- bir amcanın içten tavırlarıyla ve engellenemez bir heyecanla anlattığı Kasım’ın öyküsünü hatırlayabildiğim kadarıyla paylaşacağım sizlerle.
İki katlı medrese, cami ve türbesiyle bir külliye şeklinde iki adet terasın üzerine inşa edilmiş bu yapı Akkoyunlu hükümdarı Cihangir oğlu Kasım Mardin’e atandığı zaman ancak tamamlanabilmiştir. İl merkezinin güneybatısında yer alan medrese döneminin önemli eğitim kurumlarından biri olarak görülmüştür. Dinlerken en çok ilgimi çekense medresenin eyvan duvarlarında yer alan kan izleri.
Görevli amcamızın anlattığına göre Timurlenk; Kasım ibn Cihangir’i burada şehit etmiş, şehit edilen Kasım’ın kız kardeşiyse ağıtlar yakarak onun kanını eyvanın duvarlarına sürmüştür. Yedi yüz yıl geçmesine rağmen bu izler hala ilk günki gibi varlığını korumaktadır. Hatta bazı araştırmacılar kanın bilimsel olarak bu kadar uzun süre duvarda kalamayacağını iddia etmişler, gelip burada araştırmalar yapmışlar fakat her seferinde elleri boş olarak dönmüşlerdir.
Bu izlerin bulunduğu bölümde bir de avlu, avlunun ortasında da selsebil suyunun aktığı bir havuz sistemi yer almaktadır. Selsebilin ne demek olduğunu sorduğumda bana cennette akan bir ırmağın adı olduğunu aynı zamanda da tatlı su manasında kullanıldığını anlattı. Ayrıca bu havuzun öyle sıradan bir havuz olmadığını, her kademesinde bir sırrı barındırdığını söyledi. İyice meraklanmamdan hoşnut bir tavırla havuzun sırlarını açıklamaya başladı. Havuzdaki su ve bu suyun güzergahı aslında insanın doğumundan ölümüne kadar olan serüvenini temsil ediyordu.
Çeşmeden çıkan ince bir su yolu ve döküldüğü biraz daha büyük bir bölümü göstererek çıkan suyun insan, döküldüğü yerin anne karnı olduğunu ve sonraki genişleyip uzanan bölümün insanın gençleşip olgunlaşmasını temsil ettiğini söyledi. Biraz daha ilerlediğimizde diğerlerinden biraz daha geniş ve tüm suların toplandığı daha büyük bir bölümü işaret ederek “Bu da insanın ölümüdür; tüm üzüntülerin, mutlulukların, tecrübelerin toplandığı son durak.” dedi. Ben bunları benimsemeye çalışırken görevli amca-ismini tüm çabalarıma rağmen bir türlü hatırlayamıyorum- ölümü temsil eden son bölümün alt kısmından çıkıp toprağa dökülen küçük gideğeni işaret ederek anlatmaya devam etti, nasıl ki insan öldüğünde toprağa gömülür, bu havuzun suyu da toprağa akar ki tekrar can bulsun.
Hepimiz bu hikayelerden yeterince etkilenmişken ve bu kadarıyla bile yetinebilecekken tesadüfen rastladığımız rehberimiz tüm bildiklerini bize anlatmaya devam ediyordu. Avludan geçip derslikleri göstermeye giderken yapının restore edilmiş bir kısmını göstererek hayıflanır gibi şunları söyledi: “ Burayı tamir edeli daha 10 sene olmadı ama bak küf. Batıyor. Şuraya bak, burası aslı. Seneler geçmiş duruyor aynı. Niye? İnsanlar da küflendi. Bura eskinin insanı, kopan dökülen yeninin insanı. Şimdiki harçlar da insanlar gibi. İman yok, eskiler abdestsiz taş koymazlarmış yaptıklarına.
Tabi sağlam olur. İnsan kaliteliydi, yaptığı da. Zaman geçiyor da kötü geçiyor.” O amca konuştukça hepimizin kafasında aynı fikir canlanıyordu, bu zamanda yaşasa da amca da eskinin insanlarındandı. Anlatmaya devam etti, dersliklerin kapılarını gösterdi önce bizlere. Bir metre kadar bile olmayan kapıların böyle olmasının da bir manası varmış. Meğer bu kapıdan içeri adım atan talebeler daha kapıdan girerken başlarını eğerlermiş ki kibirlerini o kapının eşiğinde bırakıp ilim karşısında kendilerini alçaltsınlar. Bunları duyduktan sonra amcamızın anlattıklarına daha da hak verdim. Böyle bir hikayenin ve yerin bu kadar az kişi tarafından bilinmesiyse hangimizin ayıbı bir türlü karar veremedim. Elimizde internet gibi bir imkan varken, ben de bildiklerimi bu yolla aktarma gereği duydum. İsmini hatırlayamasam da anlattıklarını aktarmaya devam edeceğim o güzel insana tüm sevgimle..
[…] yazımda anlattığım her köşesi ayrı bir hikaye olan Kasımiye Medresesi, günümüzde El Cezire Sanat Müzesi olarak anılmaktadır. Medresenin içinde Cezeri’ye ait […]